Kaygı: Beynin Çalışma Prensibi ya da Eğlenceli Bir Takıntı mı?
Kaygı… Ne kadar tanıdık bir kelime değil mi? Hepimizin hayatına bir şekilde girmiştir. Bir gün, saçlarımızın beyazladığını, dişlerimizin sıkıldığını ya da gece yatarken birden aklımıza gelen “ya evdeki ışık açık kaldıysa?” gibi sorularla boğulmuşuzdur. Ama kaygı sadece bir düşünce değil, bir duygu; hem de tam anlamıyla beynin sabahları çalışmaya başlamadan önce yaptığını düşündüğümüz o sabah kahvesi gibi. Kimi zaman gereksiz yere büyütürüz, kimi zaman ise kontrol edemeyiz.
Kaygının bir duygudan öte, zaman zaman zihnin yeni bir yazılım güncellemesi gibi olduğunu söylesek, kimse şaşırmaz, değil mi? Ama ciddi olalım, kaygı aslında çok farklı bir şey. Hem eğlenceli, hem de birazcık kafayı sıyıracağınız türden bir şey. Peki, kaygıyı ciddiye almalı mıyız, yoksa bir nevi “beynin sabah alarmı” olarak kabul edip geçmeli miyiz? Hadi, birlikte inceleyelim!
Kaygının Yükseldiği An: Erkekler Strateji, Kadınlar Empatiyle Mi Yaklaşıyor?
Erkekler ve kaygı… Ah, erkekler! Kaygı, genellikle bir çözüme odaklı bir şey olarak görülür. Kaygılanan bir erkek için en iyi çözüm, direkt eyleme geçmektir. “Sınavı geçemem, sınavı geçemem!” diye düşünüp, sınavı bir hafta öncesinden çalışmaya başlar. Ama asıl mesele şu: Erkeklerin kaygıyla başa çıkma tarzı çözüm odaklıdır. Kaygıyı çözmek için, plan yapıp çözüm aramaya koyulurlar. “Kızım, ben kaygıdan kurtulmak için şu programı yaptım, şimdi sen de şu takvimi takip et!” derler. Kaygı, onlara bir tür stratejik mesele gibi gelir. Bir tık streslidir, ama çözüm işin içinde!
Kadınlarsa… Ah, kadınlar! Kaygıyı ilişkisel bir meseleye dönüştürme konusunda uzmandırlar. Kaygıyı çözmek yerine, her yönüyle tartışmak, hissetmek, anlamak ve paylaşmak isterler. “Aa, bana kaygılandığını söylemiştin, o konuda nasıl hissediyorsun?” gibi empatik yaklaşımlar devreye girer. Kadınlar kaygıyı, duygusal bir deneyim olarak kabul eder, “Evet, kaygı duyuyorum ama seninle konuşursam belki biraz rahatlarım” diyerek, bu duyguyu paylaşmaya başlarlar. “Kaygıyı çözmek mi? Hayır, önce bir hissedelim, sonra belki bir çözüm buluruz!” gibi bir yaklaşımdan söz ediyoruz.
Tabii ki, her kadın ya da erkek böyle diye genellemeyelim ama kaygıya yaklaşımlarındaki bu fark, gerçekten eğlenceli bir gözlem.
Kaygının Aşamaları: İlk Başta “Neden Bu Kadar Düşünüyorum?” Sonra “Aman Tanrım, Her Şey Bitti!”
İlk başta kaygı küçük bir düşünce olarak başlar. “Ya gerçekten işe gittiğimde patron ne diyecek?” diye düşünürken birden “Ya işimi kaybedersem?” diye bir düşünceye dönüşür. Bu, kaygının gelişim sürecidir. Küçük bir tohumdan dev bir kara ormanına kadar uzanabilir. Bir an önce çözmeye karar verirsiniz ama bir bakarsınız kaygı, düşündüğünüzden çok daha büyük bir hal almış ve siz zaten kaygı ile savaşa girmişsinizdir.
Sonra kaygı yüzünden bir şeyler yapmamaya başlarsınız. “Evet, bugün yapmam gereken işleri erteliyorum çünkü aklımda 101 tane kaygılı düşünce var. Birini halletsem, diğerleri beni bekliyor!” demek kaygının evrimine adım atmaktır.
Kaygı, Beynin Workout’u Gibi mi?
Bazı psikologlar, kaygıyı beynin “workout” yapma şekli olarak tanımlar. Yani, kaygı, beynin yoğun bir şekilde egzersiz yapması gibidir. Hızlı düşünme, problemleri çözme ve stratejik düşünme kaygının merkezinde yer alır. Ama sonuçta, kaygı bir tür mental egzersiz olup, kaslarınızı değil, beyninizi yoruyor. Ancak bu yorulma, bazen öylesine zihinsel bir çöküşe dönüşebilir ki, “Beynim neden şu an bir sinema salonu gibi çalışıyor?” diye düşünmek bile içindesinizdir.
Sonuç: Kaygıyı İyi Tanımak mı, Onu Boğmak mı?
Sonuç olarak kaygı, gerçekten bizimle yaşayan ve hem zorlayıcı hem de eğlenceli bir duygu olabilir. Kimilerine göre bir çözüm arayışıdır, kimilerine göre ise duygusal bir içsel sohbet. Ne olursa olsun, kaygıyı iyi tanımak, onu daha verimli ve kontrol edilebilir hale getirebilir. Kaygı, bir nevi beynin fazla düşünme alışkanlığına sahiptir ve her zaman gereksiz bir şekilde büyüyebilir. Ama işte kaygının gerçeği de burada: Her an kaygı olabiliriz, ama bazen sadece şunu demek yeterlidir: “Kaygılanmak bir seçenek, ama hayatı yaşamak bir zorunluluk!”
Siz kaygıya nasıl yaklaşıyorsunuz? Beyin jimnastiği mi yapıyorsunuz, yoksa kaygıyı gülerek mi geçiyorsunuz? Yorumlarda buluşalım, kaygıyı birlikte değerlendirelim!